Hikaye/Gülsevin Kuzu Yazdı: Bir Aile Fotoğrafının Perde Arkası
Bir Aile Fotoğrafının Perde Arkası
Gün batımının kızıllığı pencereden sızarken, yorgun ve hüzünlü dört kardeş, annelerinin etrafında toplandı. Kızlar sessizce çay demlemiş, odanın içine yayılan bitkin havayı bir nebze olsun dağıtmaya çalışıyorlardı. Babaları, odanın bir köşesinde, adeta varlığıyla yokluğu bir olmuş gibi oturuyordu. Kimsenin konuşmaya mecali yoktu ama anne sustuğunda, evin sessizliği daha da boğucu bir hal alıyordu. Bu yüzden, ilk sözü o aldı.
Yüksek ve keskin bir sesle:
“Ben sizi böyle mi yetiştirdim? Bana layık olamadınız!” dedi. Gözleri oğullarına döndü, sanki bu sözlerin muhatabı sadece onlarmış gibi: “Ben sizi ne güzel yetiştirmiştim. Sözümden çıkmazdınız. Kız kardeşlerinizi de el üstünde tutardınız. Ama evlenince, evlendikten sonra beni daha az dinlemeye başladınız. Karılarınıza ve çocuklarınıza sözümü geçirtemedim. Kılıbık oldunuz!”
Büyük oğlu, çekimser bir ifadeyle karşılık verdi: “Anne! İstediğin gibi iyi bir mesleği ve maaşı olan bir kızla evlendim. Evde de otoriterdim. Ama o, ona yardım etmememden, çocukla ilgilenmememden şikayet etmeye başladı. Hem işte hem evde çok yoruluyormuş. Sert ve kabaymışım. Çocuk da kreşlerde ziyan oluyormuş. Sizden de bıkmış. Artık yolunu ayırmak istiyormuş.”
Annesi kükreyerek yanıt verdi: “Nankör! Aslan gibi oğluma almışım, kendime gelin etmişim. Şükredeceğine zoruna mı gitmiş? Hadi oğlum hadi. Sana kız mı yok? Yeniden evlenir, başka çocukların olur.”
Bu kez küçük oğluna döndü, sesi daha da sertleşmişti: “Sen tam bir kılıbıksın. Abin hiç değilse çalışan bir kızla evlenmişti. Nankör çıktı, ayrı. Sen çalışmayan biriyle evlendin. Ne maaşı var, ne kalacak mirası. Çok da alıngan. Bir şey dedik mi asıyor yüzünü. Çocuğa sert davranıyormuşuz, falan filan. Ayar ver şuna. Canımı sıkma.”
Küçük oğul sakin ama kararlı bir sesle karşılık verdi: “Anne, çocuklarla ailesinin yanına gitti. Bir süre dinlenmeye ihtiyacı varmış. Aramız pek iyi değil. Yiyip içip bedava yaşadığı yetmiyormuş gibi bir de memnun olmuyor hanımefendi. Karşısında saygı duruşuna geçeceğiz sanki.”
Annenin sesi iyice yükseldi: “Biz buyuz! Ya gelmesinler, ya da katlanmayı bilsinler. Ama şimdi biraz mesafeli olalım. Abinin evliliğinde de sorun var. Senin de olduğu duyulursa hakkımızda iyi konuşmazlar. Düşman çok oğlum. Çekemiyorlar bizi. Nankör iki gelin yüzünden geldiğimiz hale bakın!”
Abla araya girdi, sesi öfkeyle titriyordu: “İki gelin de küstah! Sizler de kılıbıksınız! Sağda solda bizim şımarık kızlar olduğumuzu söylüyorlarmış! Hadlerini bildiremediniz! Bizim gibi asil değiller tabii. Ne konuşsak boş!”
Büyük erkek kardeş kafasını çevirip sordu: “Ablacığım, eniştem nerede?”
Abla, dişlerini sıkarak cevap verdi: “Çalışıyor işte. Zenginliğinden hayır da görmedik.”
“Abla, her istediğini alıyor, yapıyor, tatillere götürüyor. Neden öyle diyorsun?”
Abla küçümseyerek karşılık verdi: “Yapacak tabii! Babamın evinde her istediğim oluyordu, yapılıyordu. Aynı rahatlığı vermek zorunda! Para yönetimini bana bırakmıyor. Geri kafalılar! Bizim evde annemdir para yöneten.”
Anne bu sözleri duyunca derin bir iç çekti, sonra çıkıştı: “Yazıklar olsun! Sizi eğitememişim! Nasıl kadın olunur, nasıl otorite kurulur, ev, para, koca, çocuk yönetilir öğrenemediniz. Damatlara da yazıklar olsun! Benim prenses gibi kızlarımı üzüyorlar!”
Sonra küçük kızına döndü: “Damat saat kaçta almaya geliyor seni?”
Küçük kız derin bir nefes aldı, sonra yavaşça konuştu: “Anne, almayacak dedi. Hatta belki eve bile gelmeyebilir artık.”
Annenin sesi bir kez daha yükseldi: “Kaynanan öldü. Artık rahat edeceksiniz diye beklerken ne oluyor damada? Ev de aldık size. Çulsuz fakir damat değer bilmiyor mu?”
Kızı başını eğdi, sözleri kırgın ve yorgundu: “Evet, ev aldınız. Ev kirası derdimiz kalmadı. Ama o ev yüzünden kocama, annenle iletişimini azalt, hatta hiç görüşme diye şart koşmuştun. Eşim zor da olsa annesiyle iletişimini azalttı. Ama kayınvalidem hastalandığında gizli gizli ziyaret etti. Bazen sözünü tutmadığı için yüzümü astım, sitem ettim. Tartıştık. Açıkçası… kayınvalidemin cenazesinden beri eve gelmiyor.”
Anne ayağa fırladı: “O ne demek? Anne kuzusu, çulsuz damat! Benim kızımın yanına gelmemek ne demek? Ev de aldık!”
Kızın sesi daha da yavaşladı: “Anne… kayınvalidemin cenazesinden dönerken ufak bir tartışma yaşadık. Büyütülecek bir şey yoktu. Bana dedi ki: ‘Eviniz sizin olsun. Ben dünyanın en güzel kadınını, annemi toprağa verdim.’ O günden sonra hiç görüşemedik. Geçen eve tebligat geldi. Boşanma davası açıyormuş…”
O an odadaki hava iyice ağırlaştı. Çocuklar annelerine döndü: “Anne… insanlar neden bu kadar kötü, nankör?”
Anne, öfke ve hayal kırıklığıyla: “İnsanlar böyle! Babanızı da ben adam ettim. Şimdiki mal varlığı sayemde oldu. Ona dört çocuk verdim. Ama hâlâ arada yüzünü asıyor. Konuşsana bey! Bir şey söylesene!”
Baba koltuktan kalktı. Her zamanki gibi sakindi: “Haklısın hanım! Her şeyde, her zaman haklısın. Ben biraz kahvehaneye çıkayım. Çayımı içmeye orada devam ederim.”
Kapıyı sessizce kapatıp çıktı. Anne arkasından söylenmeye devam etti. Çocuklarının mutsuzluğu onu daha da öfkelendiriyordu. Her şeyi düşünmüş, planlamıştı. Ama hiçbir şey beklediği gibi gitmiyordu.
Sonra aniden toparlandı. Omuzlarını dikleştirdi. Sesi kararlıydı: “Yapacak bir şey yok. Hayat devam ediyor. Hadi bu akşam yemeğe çıkalım. Sonrasını düşünürüz…”
Kaynak: Gülsevin Kuzu
- Ravza Öğüt Yazdı: Kefiyemin Püskülü - Haziran 15, 2025
- Edirne’de 8 Saatlik Planlı Elektrik Kesintisi - Haziran 15, 2025
- Buğday ve arpayı kuraklık vurdu, çiftçinin yeni umudu saman oldu: Tonu 12-14 bin liradan alıcı buluyor! - Haziran 15, 2025