Cengiz Genç Yazdı: Demir Kubbenin Ardındaki Gerçek: İsrail-İran Savaşında Taktik Kırılma ve Küresel Stratejik Hesaplaşma
DEMİR KUBBE’NİN ARDINDAKİ GERÇEK: İSRAİL–İRAN SAVAŞINDA TAKTİK KIRILMA VE KÜRESEL STRATEJİK HESAPLAŞMA
Ortadoğu’nun çıplak gerçeği, 21. yüzyılın en çok konuşulacak jeopolitik eşiklerinden birine sahne oluyor. İran’ın, İsrail’e yönelik füze ve kamikaze İHA saldırılarıyla başlayan beş günlük süreç, yalnızca bir çatışmayı değil; bir sistemin sorgulanmasını da beraberinde getirmiştir. İsrail’in simgesel güvenlik duvarı olan “Demir Kubbe”nin çöküşü, yalnızca askeri bir başarısızlık değil; Batı merkezli stratejik kurgunun açmazlarını da ifşa etmiştir.
1. DEMİR KUBBE: TEKNOLOJİ MİTİNİN DAĞILIŞI
Savaşın ilk saatlerinde dahi dünya medyasına %95 oranında başarılı diye servis edilen Demir Kubbe hava savunma sistemi, beşinci gün itibarıyla sorgulanan bir teknolojiye dönüşmüştür. Tel Aviv dahil olmak üzere İsrail’in merkezine düşen füzeler, sistemin gerçek etkinliğinin %60’ın altına gerilediğini göstermiştir.
Bu düşüş yalnızca bir zafiyet değil, bir kırılmadır. Zira İran, saldırılarında klasik füze taktiğini aşarak savaş teknolojisinde “karmaşıklaştırılmış hedef bölme” stratejisini uygulamıştır. Füzeler, hedefe varmadan hemen önce insansız hava araçları (drone sürüsü) salmakta; bu da Demir Kubbe’yi öncelikli olarak bu İHA’lara kilitlemektedir. Asıl füzeler, bu kısa zaman aralığında sistemin kör kalan bölgesinden sızmaktadır.
Üstelik İsrail’in hava savunma algoritmasında meydana gelen ani yön değişiklikleri, bazı önleme füzelerinin hedefini şaşırarak kendi sistemine çarpmasına ve kendini imha etmesine yol açmıştır. Bu durum, “teknolojinin kendi üstüne kapanması” olarak tanımlanabilecek nadir askeri başarısızlıklardan biridir.
2. ÇİN VE RUSYA: GÖRÜNMEYEN CEPHENİN GÖLGESİ
İsrail ile İran arasında devam eden sıcak çatışmanın ötesinde, küresel güçlerin pozisyonları da savaşın seyrini belirleyen önemli faktörlerden biri haline gelmiştir. Bu bağlamda, özellikle Çin ve Rusya’nın İran’a yönelik tutumu dikkatle izlenmektedir. Son günlerde bazı uluslararası medya organlarında yer alan ve sosyal medyada da dolaşıma giren haberlere göre; Çin ve Rusya menşeli olduğu öne sürülen bazı kargo uçaklarının İran’a iniş yaptığı iddia edilmiştir. Ancak bu bilgiler resmi makamlarca doğrulanmamış, henüz teyide muhtaç veriler düzeyinde kalmıştır.
Buna rağmen söz konusu iddialar, savaşın yalnızca iki ülke arasında geçen bir askeri hesaplaşma değil, daha geniş bir küresel güçler dengesinin sahaya yansıması olduğuna dair kanaatleri güçlendirmektedir. Çin’in İran üzerindeki stratejik nüfuzu ve Rusya’nın diplomatik sessizliği, bu savaşta örtülü bir ittifak dinamiğinin zeminini göstermektedir.
Dolayısıyla bu gelişmeler, Ortadoğu’daki krizin yalnızca bölgesel değil, çok merkezli ve çok aktörlü bir vekâlet savaşı niteliği taşıdığını ortaya koymaktadır.
3. G7 ZİRVESİ: DİPLOMATİK PERDE ARKASI
G7 Zirvesi’nde alınan kararlar ve hemen ardından Beyaz Saray’da toplanan ABD Ulusal Güvenlik Konseyi, Batı cephesinde İsrail’e yönelik hem siyasi hem askeri destek planlarının görüşüldüğüne işaret etmektedir. Ancak diplomatik perde arkasında ciddi bir çıkmaz vardır: İsrail’e açık destek verilmesi durumunda, İran’ın bölgedeki vekil güçleri ve doğrudan karşılık riski tüm Körfez’i ateşe verebilir.
4. NÜKLEER İKİYÜZLÜLÜK VE PAKİSTAN’IN AÇIK MESAJI
İsrail’in 80–90 civarında nükleer başlığa sahip olduğu uluslararası çevrelerce bilinmesine rağmen, bu durum sessizlikle karşılanmaktadır. Buna karşılık, İran’ın uranyum zenginleştirme faaliyetleri, “küresel tehdit” olarak ilan edilmiştir. Bu durum, Batı’nın nükleer silah politikasındaki derin ikiyüzlülüğü bir kez daha gözler önüne sermektedir.
İran cephesinden doğrudan “atom bombası kullanırız” yönünde herhangi bir açıklama yapılmamıştır. Ancak Pakistan’dan gelen açık uyarı dikkat çekicidir: “Eğer İran’a saldırılırsa, İsrail’e atomla karşılık veririz.” Bu açıklama, savaşın mezhepsel değil, stratejik bir blok çatışması olduğunu ve Müslüman ülkelerin kolektif bir reaksiyon geliştirme eşiğinde olduğunu göstermektedir.
5. TÜRKİYE: TARAFSIZLIĞIN SİYASAL DİLİ VE AHLAKİ TAVRI
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Bölgemizdeki krizlerin menfi etkilerinden ülkemizi inşallah uzakta tutacağız” açıklaması, Türkiye’nin askeri angajman içine girmeden diplomatik manevra alanını korumaya çalıştığını göstermektedir. Ancak kamuoyuna yönelik “katil İsrail” çıkışı, diplomatik tarafsızlıkla vicdani tavır arasındaki dengeyi ustalıkla kurma çabasını yansıtmaktadır.
Türkiye bu pozisyonuyla hem Batı nezdinde yapıcı aktör rolünü oynamakta, hem de İslam dünyasında ahlaki liderlik iddiasını korumaktadır.
⸻
SONUÇ: BİR SAVAŞIN ÖTESİNDE, BİR SİSTEMİN ÇÖKÜŞÜ MÜ?
İsrail–İran savaşı artık yalnızca bir askeri çatışma değil; teknolojik mitlerin çöküşü, nükleer eşiklerin tartışılması, bölgesel dengelerin kırılması ve küresel blokların yeniden yapılanması anlamına gelmektedir. Demir Kubbe’nin teknik olarak çökmesi, İran’ın stratejik manevraları, Çin ve Rusya’nın gölgeli pozisyonları, Pakistan’ın kırmızı çizgisi ve Türkiye’nin diplomatik tavrı bir araya geldiğinde; bu savaş, 21. yüzyılın “karanlık dönüm noktalarından biri” olarak tarihe geçmeye adaydır.
Kaynak: Cengiz Genç
Araştırmacı-Yazar
- Çoban 1 milyon TL isteyince köylüler imece usulüne döndü - Haziran 17, 2025
- Evinde ölü bulunan doktorun son paylaşımı: Kanserin çözümünü yüzde 75 buldum - Haziran 17, 2025
- Mehmet Ali Abakay Yazdı: Gazetecilik Üzerine - Haziran 17, 2025