Alp Durmuş Yazdı: “İnsanlar Zulmeder, Kader Adalet Eder!”

“İnsanlar Zulmeder, Kader Adalet Eder!”
Geçen gün bir doktor arkadaşla konuşuyorduk, bir ameliyatı muâyenehânede yapmakla tam teşekküllü bir hastanede yapmak arasındaki farktan bahsederken “sarhoş olarak otobanda yürürseniz ezilirsiniz ve buna kader diyemezsiniz fakat aklınız başınızda kaldırımda yürürken bir araba kaldırıma çıkar da sizi ezerse bu kaderdir. Ameliyatı muayenehanede yapmak sarhoş olarak otobanda yürümeye, tam teşekküllü hastanede yapmak ise kaldırımda yürümeye benzer” şeklinde bir örnek verince bana yaklaşık beş sene önce şahit olduğum bir hadiseyi hatırlattı . . .

Kaderin cilvesiyle tanıştığım ve 15 senedir aynı mekânda çalıştığım (daha doğrusu çalışmak zorunda kaldığım) harâm nedir, helâl nedir, kul hakkı nedir bilmez ama lâfa gelince Müslümanlığı sana bana bırakmayan bir mel’un parasız bir anımda bana bir yamuk yapıp işimi elimden almış ve üzerine de “ha ha ha . . .” diye gülmüştü. Bu hadise bana acâip dokunmuştu ve “Allahım, bu parayı bu mel’ûna yedirme! O gülmelerini ağlamaya tebdil et !” diye beddua etmiştim.

Artık duânın kabul sâatine mi denk geldiiii, yoksa “Mazlûmun bedduâsı ile Allah arasında perde yoktur” sırrınca mııı, yoksa kaderde zaten öyle yazıldığı için miydiii, yoksa hepsi birden miydi bilmiyorum, aradan 2-3 saat geçmeden bu herif-i nâşerifi ağlarken gördüm. Meğerse yıllardır bunun harâm parayla yaptırdığı evde oturtup altlarına araba çekip geçimlerine katkıda bulunduğu kardeşinin karısı ve 2 çocuğu ile kaldırımda yürürlerken kaldırıma çıkan bir araba anne ve kucağındaki çocuğunu ezerek ölümlerine sebep olmuş.

Önce gayrıihtiyâri “Ya Allah-ü Teâlâ cezâyı neden bu şerefsizin kendisine değil de hiçbir günâhı olmayan bu akrabalarına kesti?” diye düşündüm. Sonra aklıma “İnsanlar zûlmeder, kader adâlet eder” düstûru geldi.

Bu husûsta Bediüzzaman’ın talebelerinden Ali İhsan Tola ile Tahsin Tola abilerin başından geçen şu hadise de zikredilmeye değer :

“27 Mayıs 1960 ihtilâlinden sonra Senirkent’te Dr. Tahsin Tola ile Ali İhsan Tola’yı nezârete atıyorlar. Nezârethâneden evleri görünüyor. Bir müddet sonra “Haydi serbestsiniz!” diyerek bırakıyorlar. Tam evlerine giderken çoluk çocuk sevinç içindeyken tekrar jandarmalara yakalatıp içeri atıyorlar. Bu durum üç ay tam üç defa tekrarlanıyor…

Sonra Senirkent’ten Uluborlu’ya naklediyorlar. Orada işkence daha büyük!. Tek odalı bir nezaret yeri. “Tuvaletinizi de burada yapacaksınız!..” diyorlar. Günlerce işkence sürüyor. Karşıdan Jandarma Karakolu’nun atlarının altının her gün bir er tarafından temizlendiğini görüyorlar. Bir gün “At kadar değerimiz yok!” diye hayıflanıyorlar ama “Bedduaya izin yok.” diyerek haklarında beddua etmeye dilleri varmıyor. Ama öbür gün bakıyorlar, atların ölüsünü dışarı çıkarıyorlar. Hepsi de ölmüş!..

Sonra bunları kırık camlı bir yere atıyorlar. Önce hiç olmazsa içeriye hava giriyor diye seviniyorlar. Ama kim vurduya gitmekten korkup sabaha kadar teker teker nöbet tutuyorlar. Bir hafta aç bırakıyorlar. Senirkent’ten evlerinden gönderilen yiyecekleri de vermiyorlar.

Bir hafta sonra Ondokuzuncu Mektup’ta geçen Peygamber Efendimiz’in (sas) mucizeleri üzerine konuşurken, bir kadının et yemeği içine attığı zehirle Efendimiz’i (sas) öldürme teşebbüsü üzerinde müzâkere sırasında, gardiyan kendilerine haşlanmış bir et getiriyor. Hemen o zehir meselesi akıllarına geliyor; yemeyip dışarı atıyorlar. Onu yiyen kedi ve köpekler anında kıvranmaya başlayıp ölüyorlar. O gardiyan evine gidiyor, kızı ile münâkaşa ediyor. Kız zehir içip intihar ediyor. Bunun üzerine hâkim telaşa kapılıp başıma bir şey gelmesin diye hepsini serbest bırakıyor.”

Mes’elenin özü şu : insanın yediği lokmayı bizzât kendisinin harâmdan kazanmamış olması yetmez; sofrasına gelen o lokmanın harâmdan mı helâlden mi olduğunu araştırması gerekir.

Yukarıdaki örneklerdeki;

“benim babam gardiyan, namusuyla çalışıp evimize bakıyor. Haa, işini yaparken rüşvet alıyor mu, zâlimlere köpeklik yapıp kendisine emânet edilen insanları zehirlemeye kalkıyor mu, gelirine harâm karıştırıyor mu beni ilgilendirmez”

ya da

“kayınbiraderimin parasıyla yaptırılan bu evde oturup onun aldığı arabaya binip onun yardımlarıyla geçiniyoruz. Onun parayı nasıl kazandığı bizi ilgilendirmez, harâmdan kazanıyorsa günâhı kendi boynuna”

şeklindeki bir yaklaşım bir müddet dünyada rahat yaşamayı sağlasa da bir gün aniden gelen bir belâ bütün o zevkleri eleme çevirir. Âhiretteki hesâbı ise bizi aşar . . .

Hulâsaten; sevdiğiniz ve güvendiğiniz birinin yaptığı bir yemeğin içerisinde zehir olduğunu bilmeden yemek sizi zehirlenmekten kurtarmayacağı gibi, böyle birinin size temin ettiği ev, araba, para gibi dünya ni’metlerini hiç araştırmadan kullanmak ve tüketmek de âhirette mes’uliyetten kurtarmaz. . .

Ayrıca akıllı insan harâmın binâsı olmayacağını ve harâmla âbâd olunamayacağını, birinci ihtârda aklını başına toplayıp istikametini düzeltmezse ikinci ihtârın da daha şiddetli olarak geleceğini aklından çıkarmamalıdır . . .

Tabii bunları okuyup da düzenini bozarak kendisine zahmetsizce gelen kolay ama harâm rızkı tatlı tatlı yemeyi ve tatlı hayat sürmeyi temin eden imkânları kullanmayı bırakıp elinin emeğiyle geçinmeye başlamak her kişinin değil er kişinin harcıdır ve sağlam bir iman gerektirir . . .
Kaynak: Alp Durmuş

admin
Sosyal Medya

admin

1953 yılında Edirne'de doğdu. İstanbul Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi mezunu. 11 yılı lise müdürlüğü olmak üzere 25 yıl öğretmenlik yaptı ve 2001 yılında Milli Eğitim Bakanlığı'ndan emekli oldu. Üniversite yıllarından beri hobi olarak çeşitli yerel ve ulusal basında köşe yazarlığı yaptı. İlk kitabı olan 'BAŞARI HİKAYELERİ' 14 Haziran 2018'de yayımlandı.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

Gönder
Haber İhbar Hattı
Haber İhbar Hattı..
Lütfen Sağ Alttaki Gönder Butonunu Tıklayınız.