Mehmet Ali Abakay Yazdı: Gel İçimde Ağla-2

GEL İÇİMDE AĞLA-2
-EY CAN YAZILARI-
Yer Afganistan. Çekilen kare, bir çocuğun yüzü. İkinci kare yine aynı kişinin yüzü. Aradaki farkı, savaşın acımasızlığına yorumlayanlar vardır, elbette. Savaş kötüdür ve olmamalıdır. Savaşlar, ölüm getirir. Savaş yerine daima barış gelmeli. Peki bu savaşları çıkartanlar, buna sebep olanlar kim? Nerede beklenen ve oldukça geç kalan İbrahim?

Koskoca yıkık apartmanlar var, geride. Üzerinde duman bulutları, yanıp yanıp tutuşuyor, içinden.

Küçük kız çocuğu… Yalvaran gözler. Üst baş perîşân. Etrafında bir şeyler yok. Bulunduğu yer, evlerin kümelendiği bir sokak köşesi. Yüzünde umutsuzca bekleyiş…

Gözleri, farklı manalarla yüklü bakışların merkezi. Onun yaşama hakkı kutsal değil midir? Onun yaşama hakkını gasp edenlerin insanlıkla alakası kalmış mı, var mıdır?
Bu yaştaki çocuğun yeri izbe, tenha, kimsenin uğramadığı harap evlerin kümeleştiği, sessiz, ıssız bir sokağın köşesi mi olmalıydı?

Burası Irak!.. İster bu çocuk Türkmen olsun isterse Arab olsun isterse Kürd. Benim için değişmeyen ölçü, bu manzarayı ortaya çıkartanların, insanlıkla bir alakalarının olmadığıdır. Bir dönem dünyanın en zengin ülkelerinden biri, sınırları cetvelle çizilmiş, şimdi de çizilmek istenen topraklardan her gün onlarca cesed haberi düşer ajanslara ve birbirine düşman kılınan Araplar-Kürdler- Türkmenler.. Öbür yanda aynı kıbleye iman etmiş insanlar Şiâ ve Sünni ayrımına tabiî tutularak, daha bir bilendiriliyor, kıyıma. Bunu yapanlar bellidir ve bilinmektedir.

Ah keşke şu petrol başa bela olarak çıkmasaydı topraklarımdan ve coğrafyam insan kanıyla sulanmasaydı, baştan başa.

Toprağımı kirletenler, ökçeleriyle ezenler hangi vahşî coğrafyalardan gelmiştir? Kızılderililerin sonunu getirenler, Afrikalıyı odun istifi gibi gemilere doldurup esaretle buluşturanlar, benden ne istemektedir, bizden neyi talep etmektedir?

Ey Can!.. Bilmen gerekir ki onlar, sadece kendilerine insandır, barış kendilerine zarar gelmemesi içindir, horoz dövüşlerine kaldırılan milletlerin yorgunluğunu ortadan kaldıran ve tekrar güçlenmeleri için savaşın istirahat dönemidir.

Toprağın üstüne çıkmış bir el; küçücük, daha taze. Arka plânda koşuşturan insanlar. Yaşanan can pazarı. Objektife takılı küçük bir el. Yıkıntılar içinde, bira tozlanmış.

Burası Filistin’dir, insanların ideali için he rgün toprağa düştüğü ve her dem vurulduğu, düştüğü yerden tekrar ayağa kalktığı.

Küçük bir çocuk yine, video çekimi yapılmış. Ellerini eziyor, ayağıyla hayvanın biri. Kimi tekmeliyor, küçük çocuk yardım bekliyor, ağlıyor. Top misali ayak darbeleri durmuyor, küçücük bedeninde. Çaresiz baygın düşüyor, kaldırımın yanı başında.

Burası Doğu Türkistan’dır, gözlerden uzak tutulan mavi bayrak dalgalandıran insanların vatanı.

Yeryüzünde birçok kareler… Tunus’ta, Fas’ta, Cezayir’de, Sudan’da, Eritre’de, Somali’de, Angola’da, Mısır’da Suriye’de, Çeçenya’da, Pakistan’da, Keşmir’de, Arakan’da, Bangladeş’te, Filipinler’de, dünyanın Muhammedî olan her toprağında, insanının öldürülmesi, canların alınması, mallarına el konulması, evlerinin-ocaklarının yıktırılması, yer altı ve yer üstü kaynaklarına-zenginliklerine el konulması adeta mubah gösteriliyor: Rahat durmadılar, cezalandırılmaları ellerinden oldu!..

Kendi insanına Nemrud olduklarının tescili olan fotoğraflarda yabancıların ayak uçlarındaki sofralarda tıkınıp duranlar, saltanatlarının sürmesi için el-etek öpme yarışına girerken, öldürülen insanının, talan edilen memleketinin değerini nereden bilsin?
Firavunların ülkesinde yine zulüm sürüyor, Filistin’de acıların dinmemesi için. Hama ile katliamları saklanan Nusayrî despotizmi, açıkça kıyımlar yaparken dünya dengelerini sarsmak istemeyenler(!), menfaatleri gereği kılını kıpırdatmamaktadır.

İnsanda mı sadece göz var, bu dünyada?
Can çekişen bir atın son nefesi ve yağdırılan kurşunlar. Sahibi olacak vahşi, yarışta iken ayağının kırılması sonrası ödülünden olurken şimdi insanlığından ölüyor. Atın gözleri, faltaşı misali, önümde ayna misali durmaktadır…

Küçücük serçe kuşu. Avuçlarımda çırpınıyor. Amacı uçmak lakin, gölgesine sığındığımız ağaçtaki yuvasından düşmüş. Göz kapakları bir inip bir kalkıyor. Usulcacık ağacın gövdesinin biraz üstünde dalların birleştiği noktada yer alan oyuğa bırakıyorum. Başımda dönen annesi, kendince imdada mı çağırıyor, tüm serçe kuşlarını?

Gözleriyle mutlu olduğunu, kuyruğuyla bunu belli eden, evin bekçisi. Önünde bir parça ekmek ve açlığını bastıracak. Öncelikle sahibine teşekkürün ifadesi. Duyulacak oranda, teşekkür etmenin ifadesi olan mırıldanmalar. Kedinin mırıldanmasına benzemiyor, köpeğin çıkardığı sesler. Adeta, sahibini kutsayan, başkasından farklı olduğunu ifade eden sesler ve ölümüne bağlılıktır, bunun adı. Bir parça ekmek ve bakan gözler ve mutlulukla perçinleşen bağlılık.

İhanete uğramış bir insanın bakışını kim detayıyla ele alıp anlatabilir? Biriken öfke, çekilen kahır, katlanılan sıkıntılar ve hazin sonla bekleyiş!..

Bir hırsızlık çetesinin elinden her şeyini alan profesyonel hırsızın yakalanırken başkası gördüğü arkadaşlarına yalvaran bakışı ve pişmanlık ifade eden gözleri, bakışı.

İdama yürüyen bir mahkûm… Etrafına onun gözüyle bakmak. Asılacağını bilen biri olarak yalvarmıyor, alnı açık başı dik, sehpaya çıkıyor, gözlerinin bağlanmasını reddediyor ve tekmeyi kendisi sallıyor, tabureye. Celladın günaha girmesini istemiyor, adeta mahkum ve celladın gözünde iki damla, iricene düşüyor, yere yanaklarından sıyrılarak.

Ey Can!.. Biz, zamanımızı edebiyatla, sanatla haşır-neşir içinde geçirmekten uzak düştük. Dünyaya gelişimiz, başkasına benzememeli. Bizim, hayata bakışımız lünpen değil, bilesin. Şimdi sana göze dair yüzlerce sayfa yazabilirim ki al neşret ve kimileri okusun, yayınladığını.

Ey Can!.. Onlardan daha güzel olanı yazarız ve gözlemleriz ve düşünürüz de bizi farklı kılan yazdıklarımızda, gözlemlediğimizde ve düşündüklerimizde yer alan inanç farklılığıdır. Onlar, istedikleri kadar humanist takılsın, etik konuşsun, haklar-özgürlükler diye çığırsın, bağırsın yalan üstüne yalandır, yaptıkları, çoğunun.

Onların çoğu rahata ulaşınca, savunduklarının arkasından durmazlar ve devranın böyle olduğunu söylerler, kendi aralarında.

Onlar, yalılarda, tatil beldelerinde yoksul insanımı anlatmak için ne kadar güzel cümleler kursa da yanımda değer taşımaz, anlattıkları. Çünkü onlar yaşamadıklarını yaşamış gösterirler ve acı çeken insanları sadece resmederler, tablolarında, eserlerinde dillendirirler. O insanları o halden çıkarmalı, insanca yaşamaları için gereken yapılmalı, açıkçası. Bu olmalı, düşünenlerin işi.

Hayır, hayır, onlar sadece kendileri gibi düşünenlere el uzatılmasından yanadır, dünya yakılsa yıkılsa umurlarında değil.

Aramızdaki fark, herkesi bizim sevmemiz, kendilerinin sadece kendilerinden olanları sevmesidir. bakmaz mısınız, yazdıklarına bunların. Bizi dışlayanlar, sadece kendileri ayakta durmak ister, bizim istemediklerimiz, onlarla dosttur, uzun zaman. Bizi ne derecede sevdikleri kesin olarak ortaya çıkmaz mı, böylelikle. Adına kasem ettiğimiz Allah için, yaradılan her şey bizim için değerlidir, su gibi, ateş gibi, toprak gibi, hava gibi. Ey Can!..

Onlar, bizim tanınmamamız için, varlıklarının sürekliliği için mal varlıklarının çoğunu harcamakta bir beis görmez ve saltanatları devam etsin mantığıyla her şeyi yapmaya ahd etmişlerdir, yüzyıllardan beri. Kardeşi kardeşe küstürmenin, ayrıştırmanın, savaştırmanın, kırdırmanın, vurdurmanın her departmaında mahîr olanlar, kalkıp dünya barışını tesis etme yolunda tek söz sahibi oldukları yalanına sığınmasın. Allah’a isyan olan her adım, geri atılmadıkça, sadece müslümana vahşi yüzünü gösteren ve kendilerini rakip görenler, insan olma çizgisine gelmedikçe rahat yüzü bulamayacaklardır. Hak, bu ve ölçü budur, Ey Can!..

Ey Can!.. Gözleri faltaşı gibi açan korku, bomba sesleri değil midir, coğrafyam üzerinde? Can çekişen ve gözü açık giden bedenlerin ah u eninleri, beddua olup göğe yükselirken, kendilerini dünyada rahat içinde mi bulacak, bu eli kanlı-insanlık düşmanı- yüzyılımızın kan içicileri?

Kuşundan böceğine, toprağından suyuna, ağacından her çeşit hayvanına zarar veren gazların mucidî kim?

Hangi insan, yaşanan coğrafyayı cehenneme çevirtir, hem cinslerini yok eder ve yer altı-yer üstü zenginliklerini ganimet diye sahiplenir de mezarsız bıraktığı insan yanmış, parçalanmış, delik deşik olmuş cesedleri sahiplenmez, kurda kuşa yem eder ve utanmadan kadeh tokuşturur, eli kanlı, vicdanı kirli ortamda kandan doymayan vampir ahlâklılarla, şeytanî odaklarla, keçi sakallılarla…

Ey Can!.. Gözyaşı medeniyetimizdir, yaşanan yüz yıl. Her birimiz kendi coğrafyamızda bölük pörçük atılmış, bir yerlere. Cam bir eşyanın kıırlması misali parçalarımız dağılmış orta yere, ipi kopan bir tesbih daneleri gibi. Birbirini kardeş bilirken şimdi düşman kesilmişiz, birbirimize. Tesbihin daneleri aynı ebada sahiptir, bilirsin. Bunca yüz senedir, birlikte yaşayan milletler, şimdi dağılan birlikle beraberlikle ne hale düştü, görmez misin? İsmine milliyetçilik dedikleri taûna gönül verenlerin halini görmektesin, Ey Can!..

Ey Can!.. Biz, herkesi kardeş bildik, Allah’ın yarattığı ve kendisini her bilgiyle donattığı insan, neyi nasıl düşünürse düşünsün, hangi dille konuşursa konuşsun, hangi rengi kendisine seçmişse seçsin, nerede yaşamaktaysa yaşasın, hangi inanca mensup ise olsun, yaşama hakkına sahiptir, özgürdür, başkasına zarar vermediği taktirde hareketliliği kısıtlanmaz, inancını yaşamasına engel bırakılmaz, dilini konuşması engellenemez…
Baksana çağdaş kölelere ve yaşadıklarına… İnsanları savaşa sürükleyenler, binbir hile ile barışçı kesilir, tarafları uzlaştırır ve iki tarafı da en azından otuz-kırk sene bir yorgunluğa sahip bırakarak, kene misali sömürmeye devam eder, fıtratı gereği. Gerektiğinde iç savaşlar çıkartır, kardeşlerin kabuk tutan yaralarını kaşır, inançları horoz dövüşüne davet eder, yapay sınırlar icad ederek, insanların arasında basit farklılıkları uçurumlara dönüştürerek, uçurumları derinleştirir. Al sana kardeşlik türküleri, şarkıları, barış istekleri, haksızlığa isyan, fitne ve fesad!..

Ey Can, medeniyetimiz göz yaşıdır, mazlum insanlar olarak, inandığımız değerlere sımsıkı yapışalım, tevhîd içinde yükselebiliriz, ancak. Duyan kulaklar sağır, gören gözler kör, akıllar fikretmeden uzak, dünyalık peşinde koşmak, yalancı dünya cennetlerinde mevsimlik tatillerden öte mana taşımaz. Mevsimlik tatillerde kişinin bir hafta-iki hafta Hassan el-Sabah’ın taraftarları gibi ağırlanması sonrasında kişiyi bekleyen ölümdür, vurgundur, işkencedir. Kişi, kendi değerlerine sahip çıkmadığı zaman, başka değerlerine esiri olur. zamanı geldiğinde kirli havlu misali kendisini yerde bulur, baş tacı yapılırken. Şimdi gördün mü, oynanan oyunları, farkına vardın mı, aşikâr?

Ey Can!.. Aynı kıbleye yönelmek, aynı kitaba inanmak, aynı değerlere sahip olmak, çoğunlukla kendimizi değiştirmediğimiz için etkisiz kalıyor.

Ey Can!.. Aynı kıbleye neden yönelmekteyiz? Kıble nedir? Kıldığımız namazlarda, sadece kime baş eğdiğimizi itiraf ediyoruz?

Aynı kitaba iman ettiğimizi ifade ederiz de kitabın içinde ne olduğunu bilmeyiz… Diline yabancı kılındığımız, öyle bırakıldığımız Kitabın sayfalarını ezberleriz de manasını düşünmeyiz… Tercüme ederken, meâlini okurken “Allah!..” lafzı varken, ikide bir “Tanrım!..” der, başkasına mesaj veririz. Bakarsınız ve acayip düşüncelere sahip, ne olduğunu bildiğimiz tipler ortaya çıkar: “Namazı, kendi dilimizle kılmak istiyoruz, ezan dilimizle okunsun!..” Hani aynı kitaba iman etmiştik ve kardeştik!.. Sizin gayeniz, tevhidin dışına çıkmak ve geçmişinizle merhabalaşmak ise, yolunuz açık olsun. Arapların saltanat sürenlerine de “Hani kardeştik, aynı kitaba iman ettik. Kendi insanına yaptığın bu zülm, Allah’ın kitabına uyar mı?” diyelim. Kürdlere de” Siz Selahaddin’in torunlarısınız, İslam’ın muzaffer komutanını emsal alın.” diyenler, aynı kıbleye yöneldiğimiz, aynı kitaba inandığımız ortamda dayatır ve durur:” Vatandaş Türkçe konuş!..” İnandığımız ve iman ettiğimiz Allah, her dili bilmez mi? Her dil, onun bir ayeti değil mi? Hangi dille konuşursanız konuşun, gaye murad değil mi? Yüzyılların ezilmişliği altında dilini konuşmaktan mahrum bırakılanlara “Allah” için “Tanrı” dedirtmeyin ki onlar” Yezdan” demede ısrarcı olmasın. Onlar, ne sıkıntılar gördü, sizin çektiğiniz sıkıntılar gibi. Şimdi anlatmaktan çok hissetmenin zamandır, dünde yaşananları ve yaşatılmak istenenleri ve dahi tezgâhlanan oyunları, canlı figuranlarıyla beraber.

Aynı toprakların insanı olarak, herkesi sevmeyi meslek edinmiş, renk-dil-coğrafya ayırd etmeksizin aynı kıbleye yönelenleri kardeş bilmişiz, aynı topraklardaki herkesi insan olarak kucaklamışız. İman ettiğimiz Allah, bizi yarattıkları içinde farklılıkların böylesi derinini kabul etmez. Herkes kendi inancını yaşar, dilini konuşur, giyiminde kuşamında olur. Bize düşen sadece iman ettiğimizi tebligdir, Ey Can!..

Öfkede de sebat etmede de ölçülü olma hali, ifardı ve tefridi ortadan kaldırır. Bunu sakın unutmayasın!..

Aynı değerlere sahip olduğumuzu belirtir, Allah’ın tüm herkesi kardeş yarattığını söyler, aynı anneden-babadan geldiğimizi itiraf eder, taşıdığımız derilerin renkleri arasında tercihte bulunuruz. Bu nasıl kardeşliktir?

Sen Bilâlî Habeş’i nasıl bilirsin? Selman, Fars ilinden neden göçtü? Ebu Zer, Gıffar Aşiretinden neden ayrıldı da Mekke’ye geldi?

Sen Ammar bin Yassir’in çektiklerinin sebebini bilir misin?

Ey Can!.. Söyletme bizi… Yanlış anlama, lugatimizde pandoranın kutusu yok, böyle anlayışa karşıyız ve reddediyoruz tüm kötülükleri.

Kişi, birçok milletten olabilir, doğaldır, farklı milletlerden olma. Yalnız, kendi milletini ululamaya kalkışmamalı. “Ben Arabım, Araplar benden değil!..” ölçüsü vardır, nihayetinde. Kişi milletini sevme hakkına sahiptir, bunu dile getirme hakkına sahiptir. Kesinlikle buna sürekli vurgu yaparak, kendi milletini ön plâna çıkarma, yoğurdun mayasını bozar, çiğlikler oluşturur, tadı ortadan kaldırır:” Ne Arabın Âceme ne Âcemin Araba üstünlüğü vardır. Üstünlük, Allah’a bağlılıktadır, Allah’tan korkma iledir, takva iledir.” şeklindeki uyarıyı unutma ve daima benliğini köreltmede bunu ölçü kıl!..

Ey Can!.. Kimi hamakat ehli, sevgi der, başka bir şey demez. “Allah korkusu” deyince ürker dururlar, “Bizim dinimiz, sevgi ile başlar” der. Sormazlar mı size, bunca dünya savaşını çıkartan, çıkan-devam eden savaşların müsebbibleri, devam ettiricisi kimdir, kimlerdir?

Ey Can!.. İsa Peygamberin gözyaşı yağmura dönüşmez mi, Musa Peygamberin elleri havaya durmaz mı?

Bu yüzyılda dünyayı silah çöplüğüne çevirtenler, bomba yığınaklarıyla göz dağı verenler, kendilerini dünyanın hakimi olarak lanse ederken, küçücük beyinleriyle dünyanın kainatın yanında öneminin olmadığını bilmezler ve Kainatın Sahibi’ni yok sayarlar, kendi minnacık beyinleriyle, şeytanın kendilerine verdiği kurslarla, cüce iken, şahıslarını dev aynasında görenler….

Ey Can!.. Daha fazla yazmanın gereği var mıdır, bunca hususa değindik? Otur bir kenarda, kimse yanında olmasın ve doyasıya ağla. Gözü yaş görmemiş, ömründe ağlamamış insanın yüreğinde saklı olan merhamet noktası, faaliyete geçmediği için daima kin-nefret-kıskançlık damarı faaliyette bulunduğundan, kişi merhamet duygusundan habersizdir. Görmez misin evladının saçını okşarken, tamımadığı coğrafyaların çocuklarının üzerine bomba yğdırtanları? Kendi çocuğunun başını okşayan, parmaklarını saçında gezdiren katil ruhlu olanlar, saçı okşanmamış, anne sinesine muhtaç çocukları öldürürken hiç mi hiç merhamete gelmezler!..

Ey Can!.. O çocukların gözleri açıkta kalır, bedenleri paramparça olsa da. Kırmızıya boyanmış saçlarıyla esmer çocukların acıları, gözlerinden okunur. O gözleri öpmeli, Ey Can!..

Ey Can!.. Onlar, nasıl bir inkılâb ile sarsılacaklarını, devrileceklerini bilecekler ve öğrenecekler ki zulüm ile abâd olmaz, insan hiçbir zaman ve bilecekler ki bedduası kalmaz yerde mazlumun ve bilecekler ki Allah, bir toplum, cemiyet, halk değişmeyi istemedikçe, ıslâh olmaya niyet etmedikçe kendileirni doğru yola getirmez, sevk etmez.

Ey Can!.. Bu satırları yazarken aptal kutusu televziyonda bir reklâm var. Mutlu âile tipi. Sofralarda onlarca çeşid yiyecek var. Herkes tebessüm içinde. Patlayan top sesiyle birlikte eller, kadehlere uzanıyor, iftarlar colalı içeceklerle açılıyor. Televizyon benim diyebileceğim televizyon, reklâm bana beni değiştirsin diyedir.

Televizyon benim televizyon ise, insanlığı iliklerine kadar sömüren, kenden beter banka reklâmlarının işine ne evimde, ekranımda? Mübarek Ramazan Bayramı için çok ekonomik faizle kredi sağlanacakmış, şubelerinde. Gel de yolma saçını ve başını ve gel de ağlama melûl melûl biçimde ve gel de kahrolma, içinden: Ramazan Bayramı ve Bayrama Özel Ekonomik Faizli Bayram Kredisi!..

Ey Can!.. İlk kez bu denli uzun uzadıya sohbet içindeyim. Belki başka bir zaman ömrümüz yetmeyebilir, belirtiğimiz hoşa gitmediği için sekteye uğrayabilir, yazmamızın önüne engel koyanlar çıkabilir, memleketin huzurunu bozma iddiasıyla karşılaşabilir, avukat tutacak denli maddîyatımız da olmayabilir. Belki bir gün karşılaşır isek, seninle huzur kalmışsa ve içimizdeki kardeşlik bağları çözülmemiş ise, Vahdaniyet şuuru içinde, Tevhide hakikate iman etmiş, sade ve sadece Allah’a secde eden kullar olarak, birbirimizi gözlerimize bakarak, alnımızdaki secde izinden tanırız, belki.

Gözler bakıştığında yaşların yanakları süslememiş olması, na-mümkündür…

Göz, yanakları ıslatmayıncaya kadar pınarlarını kapatmaz. Tükenen pınarlar, bu sefer susar da bağra akıtılır, kalbten duyulan acılar.

Ey Can!.. Senin yoluna canım kurban, bizi kim anlamaktadır ve dediğimizden kim ne anlar?

Ey Can!.. Yeter be şu yaramı depreştirme, şimdi.

Benden ne istersin, Ey Can!..

Otur ve benim gibi ağla içinden. Hepimiz suçluyuz ve ben suçumu itiraf ediyorum: İnandığım biçimde şimdi dahi yaşamıyorum!… Bunun itirafını mı istedin, benden?

Evet aynen öyle “İnandığım biçimde şimdi dahi yaşamıyorum!..” açıklaması seni tatmin etti mi?

Ey Can!.. Otur bir köşede ve ağla, kendi içinden. Gözlerin mi?

O gözler ki senelerce sadece bFikret mektebi görmekten yoksun bırakıldı. Kulaklar sağır kesildi. Akıl, fikretmekten uzak düşürüldü.

Ey Can!.. Şimdi kırlara, yeşile açılmanın vaktidir. Dağlarda kokulu çiçekleri topladın mı, hiç?

Suyun kaynadığı ve avuç avuç kana kana içildiği pınarları gördün mü?

Her yemişin dalında olduğu ağaçlara rastladın mı?

Ekmeğin bölüşüldüğü, hüznün paylaşıldığı, mutlulukların ortakça yaşandığı, alın terinin beraberce akıtıldığı, karşılığının birlikte alındığı, insanın herkesi kardeşçe kucakladığı, hayvanın, nebatatın bundan mutluluk duyduğu, yeryüzünün temiz, gökyüzünün kirli olmadığı bir hayatın hasretiyle doluysan, gel içimde ağla ve ağla ki göz yaşımız karışsın, sel olup aksın, önündeki barikatları yıksın, güç kazansın, ürksün bundan, Nemrudlar, Firavunlar, Diktatörler, Zalimler,…

Gel İçimde ağla!…

Hakk olanla batıl olanın birbirinden gecenin karanlığıyla gündüzün aydınlığı misali ayrıldığı ortamda hala sayıklayanların, avuntu ve beklenti içinde olanların halini görünce daha bir efkârlanıyorum, Ey Can!..

Gel, beraber ağlayalım, içimizde. Ellerimiz taşısın içimizden geçenleri, göklere:

-“Benim bildiğimi bilseydiniz az güler çok ağlardınız!..”

Kaynak: Mehmet Ali Abakay

admin
Sosyal Medya

admin

1953 yılında Edirne'de doğdu. İstanbul Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi mezunu. 11 yılı lise müdürlüğü olmak üzere 25 yıl öğretmenlik yaptı ve 2001 yılında Milli Eğitim Bakanlığı'ndan emekli oldu. Üniversite yıllarından beri hobi olarak çeşitli yerel ve ulusal basında köşe yazarlığı yaptı. İlk kitabı olan 'BAŞARI HİKAYELERİ' 14 Haziran 2018'de yayımlandı.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

Gönder
Haber İhbar Hattı
Haber İhbar Hattı..
Lütfen Sağ Alttaki Gönder Butonunu Tıklayınız.