Basından Seçmeler: Halis Özdemir Yazdı: Üç Yol, Bir Kader: Önden Gidenlerin Sessiz Çığlığı
Üç Yol, Bir Kader: Önden Gidenlerin Sessiz Çığlığı
Aynı vatanın evlatları neden birbirine kırdırıldı? Komünist Nusret, Ülkücü Abdullah ve Akıncı Mehmet Ali’nin ortak kaderi neydi? 12 Eylül öncesinin acı dolu hikâyeleri neden hâlâ anlatılmadı? Birbirini hiç tanımayan üç insan, aynı trajedide nasıl birleşti? “Siz sormadınız, biz de anlatmadık!” Gazeteci-Yazar Halis Özdemir, kalemini bu kez unutulmuş kahramanların hatıralarına doğrultuyor. “Önden Gidenler” başlığıyla kaleme aldığı çarpıcı yazısında; ideolojik farklılıklarla ayrıştırılmış ancak benzer acılarla yoğrulmuş üç insanın hikâyesini anlatıyor. Yaşanmışlıklar, pişmanlıklar, sessiz ölümler ve kimsenin sormadığı sorular… Hepsi bu satırlarda! Gerçek hayatlara dayanan bu etkileyici yazı, sadece BNC Medya Haber’de! İşte havsalalarınızdan kazıyamayacağınız o muhteşem yazı!…
11 Mayıs 2025 – Pazar 13:19
GÜNDEM
Önden Gidenler Komünist Nusret, Ülkücü Abdullah, Akıncı Mehmet Ali
Bizim hikayemizi nereden bileceksiniz ki?
Siz sormadınız!
Biz anlatmadık!
Size unutulmuş ibretlik üç hikayeyi anlatmak istiyorum. Üç hikayenin mağduru da dünya yolculuğunu tamamlamış ahirete göçmüşlerdir.
Bu yaşanmışlıkları bu hikayeleri “Mamak Zindanlarında Bir Akıncı Tarihe Notlar” kitabımda “Erbakanla Yolculuğum” Kitabımda ve “Makalelerim” kitabımda anlattım. Detaylı öğrenmek isteyenler kitaplarıma müracaat edebilir.
Anlatacaklarım bizim hikayemiz!
1960/1970/1980 Gençliğinin hikayesi! Bizim hikayemiz!
Bu hikaye sağcının solcunun akıncının hemen aynı akıbeti yaşadıklarının tipik örneğidir. Üçü de vatanperver üçü de istisnalar olsa da inançlı vatan evlatlarıdır. Ancak ne var ki birbirlerine kırdırıldırmışlar, hayatları her üçünün de çalınmış, daha doğrusu ülkenin geleceği çalınmıştır!
Benim hikayemin hatta bazı arkadaşlarımızın hikayelerinin anlattıklarımdan farklı olduğunu düşünmeyiniz!
Hikaye aynı hikaye, provakasyon aynı provakasyon isimleri farklı sadece.
Bunlardan bir grup “laiklik” adı altında inanan insanlara yapılan baskılara karşı duruş sergilemiş. Bir diğeri “komünizme” karşı duruş sergilemiş. Bir diğeri
“Amerikan emperyalizmine” karşı duruş sergilemiş.
Bedelini hayatı ile ödemiş olanlar, geleceği ile ödemiş olanlar hasılı bedel ödetilenlerdirler.
Aslında duruş sergiledikleri yapı aynı yapı! Muhatap aynı.
Sonuç ise üç hikayede de aynıdır.
Komünist Nusret’ten başlayalım.
Nusret Siyasal Bilgiler Fakültesi son sınıf öğrencisi iken 12 Eylül 1980 askeri müdahalesinden önce Türkiye’den Avrupa’ya kaçmış, orada on yılı aşkın zor şartlarda sığıntı olarak yaşamış, ihtilalin etkisinin azaldığı sıralarda ise Türkiye’ye dönmüş, Düzce’de bir dere kenarına baraka kurmuş orada balık çay gibi şeyler satarak hayatını idame ettiriyor.
Nusretle tanışmamız bir dostumuzun Nusret’in yerinde çay molası vermesi ve Nusret’in hikayesini dinlemesi sonucu dostumun benden bahsederek 12 Eylül Askeri mahkemelerinde idamla yargılandığımdan, hücrelerde gün ışığı görmeden tutulduğumdan çok işkence gördüğümden falan bahsetmiş bizim de aynı yere yolumuz düşünce kendisi ile tanıştık. Ama ne tanışma! Nusret bana elini uzattı ve; “Komünist Nusret” dedi. Benimde ayranım kabardı ben de; “Şeriatçı Halis” diye elimi uzattım. Sohbet koyulaştı kendisine; yav Nusret komünist mi kaldı hem sen Müslüman değil misin komünizm Allah’a inancı reddeder dedim. Nusret; komünistim dediysem Müslüman değilim demedim ben de Müslümanım elhamdülillah dedi.
Nusret’in eşi dağ hayatına ayak uyduramamış ayrılmışlar. Eşim kendi yoluna gitti dedi. Dağda tek başına hayatta kalmaya çalışıyordu. Bir ara uzaklara daldı ve geçenlerde sınıf arkadaşım olan Düzce Valisi ziyaretine geldi sohbet ettik dedi.
Nusret’i görüşmemizden birkaç ay sonra aradım hatırını sormak için telefonu bir hanım açtı ve; ben Nusret’in kardeşiyim Nusret’i kaybettik. Nusret zatürreden öldü dedi.
Nusret yorgun yoksul küskün gitti bu dünyadan.
Ülkücü Abdullah Çiftçi
Abdullah sözüne azizim diye başlardı. Tokatlı hemşehrimdi. Ülkücü olmaktan hapis yatmış, çile çekmiş, çilesi ölene kadar da sürmüş bir delikanlı mert yiğit bir insandı. Hayatın yükü omuzlarına çökmüş çaresizlikler içinde yaşayordu.
Birtakım ticari işlere girmiş şanssızlıklar peşini bırakmamıştı.
Kardeşi ile birlikte işlettikleri küçük bakkal dükkanında zaman zaman ziyaret eder dertleşirdik vefatından birkaç gün önce gene ziyaretine gitmiştim oturduğu sandalyesini bana verdi, bilgisayarı açıktı Kuran tefsiri okuyordu. Kuran ve hakiki Müslümanlık üzerine biraz sohbet ettik, iyi bir Müslüman olmaya çalışıyordu.
Bir sabah telefonum çaldı telefonu açan Abdullah’ın kardeşi idi. Ağlıyordu ve “abi abimi kaybettik gece vefat etmiş ve ilk sizi aradım arkadaşlarını siz tanıyorsunuz zahmet olmazsa arar haber verir misiniz dedi.”
Belli ki Abdullah’ın kardeşi de Abdullah’ın arkadaşlarına “vefasızlık” gerekçesi ile kırgındı!
Arkadaşlarına haber verdim, koştuk gittik. Abdullah yatağında küçük oğlu ile birlikte uyurken emanetini hakka teslim etmiş küçük oğlu sabah uyanınca babasının öldüğünü farketmiş.
Abdullah’ın evinde tam bir dram yaşanıyormuş meğer! Yokluk, çaresizlik, sahipsizlik!
Bir yiğit mert adam daha göçmüştü bu dünyadan.
Bir diğer hikaye;
Akıncı Mehmet Ali Şenel
Mehmet Ali Siyasal Bilgiler Fakültesini bitirmiş, kaymakam olarak atanmış, 12 Eylül Askeri müdahalesi olunca Akıncı olması gerekçe gösterilerek işine son verilmiş. İşsiz kalınca da Bursa Orhaneli’ne yerleşmiş orada bir tarla icar yapmış tarlanın içindeki bağ evinde şehirden uzakta elektriksiz üç çocuğu ve hanımı ile hayatta kalmaya çalışmış.
İstanbul Topkapı’da Milsan şirketinde yönetici olarak çalıştığım bir sırada akşam işten çıkmakta iken müracaat görevlisi aradı ve “Efendim ziyaretçimiz var. İsmini vermiyor sürpriz yapacakmış” dedi buyursun dedim. İçeri kasketli bir köylü girdi. Kendisini tanıyamadım. O da bana hitaben ;“gardaş ben başka Halis’e gelmiştim isim benzerliği olmuş” dedi.
Ben sesinden tanıdım! Mehmet Ali bu ne hal seni tanıyamadım dedim. Mehmet Ali, gardaş ben de seni tanıyamadım sen ne hale gelmişsin böyle dedi.
Kucaklaştık. Birkaç yılda tanınmaz hale getirilmiştik!
Saçlar beyazlamış çile vücudumuzu kuşatmıştı!
Mehmet Ali’ye yemek sırasında sohbetimizi sürdürmüştük.
Ne iş yaptığını nerede olduğunu sordum. Orhaneli’de tarla icar ettim bağ evinde yaşıyorum dedi. Ben Kütahya’ya giderken Orhaneli’nden geçiyordum. Kendisine uğramak istediğimi onun için adresini istedim. Orhaneli’ye gel “deli Mehmet Ali’yi arıyorum de sana gösterirler herkes beni tanır” dedi estağfirullah o da nerden çıktı dedim. Gardaş Kaymakamlıktan atılıp tütün tarlasında çalışana vatandaş deli demesin de ne desin!
Mehmet Ali çok kırgındı. Hakkımı helal etmiyorum dedi.
Hakkını helal etmesi için ısrar ettim hayır etmeyeceğim yahu gardaş halin nicedir demek de mi parayla beni kimse arayıp sormadı! Dedi.
Ve benim tutuklu kaldığım sırada olan benim bilmediğim şeyleri anlattı.
Bu görüşmeden takriben bir iki ay sonra cinnet getiren bir yakını tarafından karısı iki çocuğu ile birlikte katledildi.
Ahirete göçenlere Allah rahmet etsin.
Benim kitaplarımda anlattığım mesela birlikte tutuklu yargılandığımız Ali Çelik’in çocuğuna sütü İsmet alıyor! İsmet (Vehbi amca aslında CHP’li emekli memur Ali, Vehbi amca İnönü’ye benzediği için ona İsmet diye hitap ediyor!) hikayesinden bir başka tutuklu arkadaşımızın çocuklarının iaşesini kendisi de devlet memuru olan Mahmut kardeşimizin sağlamaya çalışması, aşını paylaşması gibi zaman zaman yürek burkan zaman zaman yüreğe dokunan ne çok hikayemiz var bizim bilir misiniz!!!
Nereden bileceksiniz ki?
Biz anlatmaya tenezzül etmedik siz de sormadınız!
Hayat işte geçiyor!
Çoğu gitti azı kaldı!
Vesselam!
- Edirne’de 50 Yıl Önce Mezun Olan Öğrenciler Yeniden Buluşmanın Mutluluğunu Yaşadı - Mayıs 13, 2025
- Edirne Yeni Kameralarla Çok Daha Güvenli Olacak - Mayıs 13, 2025
- Edirne’de Hemşire Adaylarına Özel Çalıştay - Mayıs 12, 2025