Kerim Aral Yazdı: Kim Haklı ???

KİM HAKLI???

Nasreddin Hoca gibi biz de bu yazımızda “herkesin kendince haklı olduğunu” baştan söyleyerek yazımıza başlayalım.

Merhum Erbakan hoca malûm “milli”ciydi. Ekonomide de dış politikada da “milleti” öncelemek suretiyle faiz ve İsrail gibi başımızı, cebimizi ve canımızı epeyce acıtan meselelerde “yerli” bir duruşu şiar edinmişti.

Ne var ki içinde bulunduğu sistemin yalnızca bir “emanetçisi” olduğunu hesaba katmamıştı.

Milli Görüş çizgisinin adıyla müsemma bu “yerli refleksi” sayesinde Refahyol döneminde ekonomimiz altın çağını yaşamasına rağmen, tam da en başarılı olduğu alandaki “5 sendikanın” hışmına uğradı.

O zamanlar Erbakan ve Milli Görüş çevresinin yanında duranı görmedik ama 5’li çetenin yanında bütün sol/seküler/etnik kürtçü/marjinal Marksist/baro/oda ya da örgüt her ne varsa hep birlikte tek yürek olup “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” ve “İrticacılar Arabistan’a” sloganlarıyla akın akın anıtkabir önünde mevzilenip karargah kurmuşlardı.

Tabii ardında 28 Şubat gibi bir enkaz bırakarak sessizce dağılıp gitti hoca ve arkadaşları…

Bu enkazın faturası da memlekete epey pahalıya mal oldu.
Üstelik ne kadar hırsız, arsız ve nursuz varsa hepsi zafer şarkılarıyla adeta sarhoş olmuşlardı.

Sonra Faziletli yıllara ve nihayet Ak Parti’yle devam eden yepyeni bir sürece evrildik.

Bu kez “yerli” refleksin yerinde “uluslararası sistemle” yan yana durmak vardı. Ekonomiden dış politikaya belirgin bir değişim vardı. Bu duruş karşısında eski Milli Görüş çevresi sesini yükseltip mevcut durumu “ihanet” olarak dillendirdiler.

“Emanetçisi” oldukları sistemin dayattığı kriterlere rağmen bir iktidar olunamayacağını esasen Cezayir’de de, 1997’de de görmüşlerdi halbuki…

Her iki tarafa da baktığınızda argümanlar haklı gibi gözüküyor. Ancak “tavuk mu yumurtadan yumurta mı tavuktan” misali sonuçları açısından bakılırsa her iki tarafın da artıları eksileri var.
Bir kere emanetçi bir sistemde (demokrasi) küresel çarkın dışında kalmak mümkün gözükmüyor. Hele askeri, bürokratik ve sistemsel bir gücünüz yoksa bu hepten imkânsız… Bu durumda savaşmasanız da yenilirsiniz. Yahut skor üstünlüğünü elinizde bulundursanız da yerleşik düzen-ek buna izin vermez.

Ak Parti gerek ekonomi gerekse dış politika gibi ana unsur konularda işte bu refleksin gölgesinde sıkıştırılmış bir şekilde politika yapmaya çalışıyor. Refleksleri uluslararası düzenle uyumlu yani… Aksini düşünmek en azından şimdi imkansız. Zira küresel düzenin zincirleri bunu rahatlıkla bastıracak güçte…

Haliyle reel-politik dedikleri şey neyse, işte o şeyde gizlenmiş “diplomasinin” kurallarına göre oynuyor oyununu…

Henüz kendi oyununu sergileyecek bir sistemi (4+4+2 ya da 3+5+2) yok… Duruma göre tepki vermeye çalışıyor. Yani aslında hep defansif… Zira futbol dünyasında olduğu gibi uluslararası camianın hakemleri satın aldığına ya da skor tabelasını değiştirecek bir “yapının” varlığına inanıyor.

Bunda haklı olması yüksek ihtimal… E bu durumda reel olup “idare etme/maslahat” siyasetiyle top çevirmeye ve dahi zaman kazanmaya çalışıyor.

Şimdi Milli Görüşçülere sorsak bu “milli iradeye” aykırı, Ak Parti çevresine sorsak “milli irade” için henüz erken bir dönem… Bu sebeple iktidar çevresi önceliklerini silah ve teknolojiye veriyorlar. Milli Görüş haklı desek 28 Şubat, Ak Parti desek “Muhafazakarlık” çıkıyor karşımıza…

Oyunu kurallarına göre oynamak da oynamamak da epey sıkıntılı anlayacağınız… Zira ipler cambazın elinde olunca dar alanda manevra yapabilmeniz pek mümkün gözükmüyor. Dolayısıyla yüzde yüz haklı bir tarafı yok bu “emanetçi” oyunun…

Şayet bugün Erbakan hoca iktidarda olsaydı memur ve işçilerin haklarını “rantiyeden” alır hak sahiplerine verir ve bunun bedelini de öderdi. Tabii onunla birlikte biz de hep beraber öderdik!

İsrail meselesine gelince… Merhumun bugün bir yanında Bahçeli, diğer yanında da Perinçek olsaydı tavrı ne olurdu kestirmek zor. Ama bugünkünden daha net bir duruş sergileyebileceğini söyleyebiliriz. Ancak sonuç itibariyle, bugünkü halimizden daha iyi olup olmama açısından “28 Şubat’tan daha beter bir durumla karşılaşabilme ihtimalimiz çok daha yüksek” denilebilir…

Bu durumda kimin haklı olduğu pek önem arz etmiyor açıkçası…
Ancak her iki duruşa da ziyadesiyle “iktidar-muktedir” anlamı yükleyen sokakların beklentisi ise bu muktedirliği bir an evvel görebilmek. Kitleler sonuç odaklı zira. Ancak bu bir futbol oyunu değil ki skora bakarak kimin galip geldiğini anlayabilelim.

Sonuç mu, oyun yok ki sonuç olsun… Zira hep deplasmanda olduğumuz ve skor tabelasında rakamların hiçbir öneminin olmadığı bu oyunda daha çok “çocuklar” gibi eğlenmeye çalışıyoruz. Belki de böyle kamufle ediyoruzdur kendimizi, kim bilir?

Kaynak: Kerim Aral
21.07.2025

admin
Sosyal Medya

admin

1953 yılında Edirne'de doğdu. İstanbul Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi mezunu. 11 yılı lise müdürlüğü olmak üzere 25 yıl öğretmenlik yaptı ve 2001 yılında Milli Eğitim Bakanlığı'ndan emekli oldu. Üniversite yıllarından beri hobi olarak çeşitli yerel ve ulusal basında köşe yazarlığı yaptı. İlk kitabı olan 'BAŞARI HİKAYELERİ' 14 Haziran 2018'de yayımlandı.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

Gönder
Haber İhbar Hattı
Haber İhbar Hattı..
Lütfen Sağ Alttaki Gönder Butonunu Tıklayınız.