Lâ Edrî Yazdı: Düşünce Adamı olmak mı yoksa, Sanat Adamı?
Düşünce Adamı olmak mı yoksa,
Sanat Adamı?
Kültür hayatımızda şöyle bir sıkıntı var. Belli konularda bir yorum yaptığınızda, diyelim a ve b dini, mezhebi, düşüncesi veya ülkesi hakkında fikir ileri sürdüğünüzde sizi de bu din, mezhep, fikir yahut devletlerden birine mensup görüyorlar. Yahut öyle görmek istiyorlar. Çünkü sizi bir çerçeve içine oturtmadan anlamıyor veya anlamak istrmiyorlar. Örneğin komünizmin eşitlikçi yönü hakkında olumlu bir cümle kurduğunuzda sizi komünist savaşan iki ülke hakkında haklı haksız diye bir yorum yaptığınızda sizi a veya b ülkesine mensup görebiliyorlar. Özellikle Emevi islamı veya Şii islamı hakkında yorum yaptığınızda benzer tutumu görebiliyorsunuz. Oysa tarihte vuku bulmuş iki fikrin veya mezhebin çatışmasını anlamak yorumlamak için Emevi veya Şii olmak gerekmiyor. Zaten bu yorumları yaparken taraf olursanız hakikate ulaşamazsınız.
Bu yüzden Türkiye’de düşünce ve kültür hayatında bir çoraklık var. Büyük ve farklı fikirler çıkmıyor. Örneğin “dünyada devlet geleneği olan üç ülke var Türkiye İran ve Pakistan” diyorum. Hemen “İran’a dikkat etmek lazım Şii’dir” diyorlar. Ben devlet refleksinden bahsediyorum adam bana mezhebi hatırlatıyor. Şimdi Pakistan’ın devlet geleği olduğunu söylediğim zaman Urdu mu oluyorum. Yahut İran devler geleneği güçlü dediğim için Farisi mi oluyorum?
Ayrıca devletlerin varlık nedenlerini oluşturdukları dini ve milli duruşları vardır. Devletleri devlet yapan da bu dini ve milli duruştur. Sonra İran devlet geleneğini şiilik üzerine oturtmuş, milliyet ve mezheple farklılığını ve büyüklüğünü sürdüren bir ülke. Bu tür dini mezhebi milli zemine dayanmadan hiçbir ülke varlık gösteremez. Mesela Ruslar Batı karşısında Ortodokslukla büyük ve güçlü duruyorlar. Şimdi ben Batı ve Rusya çatışmasını yorumladığımda taraflardan birine hak verdiğimde Batıcı veya Rus mu oluyorum. Yahut Katolik veya Ortodoks mu?
Kültür ve düşünce hayatımızda yapılan yorumlarla insanları illa ki bir fikre veya mezhebe mensup görme hastalığından kurtulmamız gerekir. Bu ülkede natameli konularda çok güçlü fikri birikimi olan insanlar sırf bu yüzden yazmaya konuşmaya çekiniyor. Örneğin Kürt sorununun Türkiyenin başına bela olacağını cumhuriyetin ilk yıllarında ilk gören ve şair sezgisiyle hisseden Tanpınar, yalnız bir yerde ima edip geçmiştir. Konuşacak zemin olmadığını görmüş olmalıdır. Oysa o yıllarda bu konu ciddi şekilde ele alınmış olsaydı bu denli giriftleşmeyecekti.
Büyük devletler sorunların konuşulmasından korkmaz. Büyük adamlar fikirlerini de getirirken tarafgir bir dil değil, aşkın bir dil kullanırlar. Hakikat peşinde koşarlar. Ama ne yazık ki hakikati dile getirenler hep manipüle edilmeye çalışılır. Bir fikre bir ideolojiye bir inanca mensup gösterilerek mahkum edilir. Yine Cemil Meriç’in ifadesiyle söylersek fikirler kuduz köpek gibi kovalanır. Tanpınar fikiradamı olsaydı harcanırdı. Bu yüzden sanatı seçmiş, sistem eleştirisini, bürokrasiyi en güçlü ironik bir şekilde Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde romanla/sanatla ortaya koymuştur.
Bu ülkede fikri/yorumu sanatla yapmak gerekir. Sizi çok az kişi anlar ancak çok iyi anlar…
Kaynak: Lâ Edrî