Mustafa Kır Yazdı: ”Reşo Ağa Hikâyesi” ve Gazze İran Dersi!
”Reşo Ağa Hikâyesi” ve Gazze İran Dersi!
Yazıma Reşo Ağa hikayesi olarak bilinen Mardin’in Midyat ilçesinde yaşanan, nemelazımcılığın akıbetini dramatize eden, ulusal ve uluslararası anlamda savaşların işgallerin soykırımların yaşandığı bir dönem insanlığa ışık tutacak çok önemli bir hikâye ile başlıyorum.
Eski Milletvekili Altan Tan tarafından kaleme alınan hikâye şöyledir. “Dedemin dedesinin babası Hacı Hesene Bekro zamanında, Midyat dağlarında zalim mi zalim, gaddar mı gaddar, vicdansız bir ağa varmış. Üstüne üstlük bu ağa bir de Müslüman geçinirmiş. Zalim ağanın zapt ettiği bunca bağ, bahçe, tarla yetmezmiş gibi komşu köyün, birkaç koyun ve keçisini otlatmak için kullandığı dere kenarındaki merayı da kendine bostan yapmış. Köylüler ne yapsın, boyun büküp eyvallah etmişler rezil ağaya!
Malum Midyat’ta Süryani, Yezidi ve Müslümanlar birlikte yaşarlar. Kendi aralarında kız alıp verme hariç dostluk, arkadaşlık ve ticaretleri devam eder. Sıcak bir yaz günü susuzluktan bunalan, güçlü kuvvetli aslan gibi delikanlı; biri Müslüman, biri Süryani, biri de Yezîdi olan üç arkadaş; dere kenarına inmişler. Ellerini, yüzlerini yıkayıp kana kana su içip te biraz kendilerine gelince; gözleri ağanın bostanına takılmış. Sağa sola bakmışlar kimseyi görmemişler. Nasıl olsa dere Allah’ın deresi, bostan da köyün ortak merası, birkaç salatalık, bir iki kavun karpuz yesek ne olur? Deyip dalmışlar bostana. Müslüman Hasso kavuna, Süryani Gebro karpuza, Yezidi Carcuro da saldırmış hıyara.
Daha ilk lokma ağızlarında iken kara vicdanlı Reşo ağa bitivermiş bostanın başına. Bir nara atmış, birkaç saniye zarfında 40 tilki dolaşmış kafasında. Ulan demiş tam yalnız başına gelecek zamanı buldum. Her ne kadar aslan gibiysem de bu üç teres de zebellah gibi. Tek tek olsalar neyse ama üçüyle birden baş etmem zor. Bırakıp gitsem namımız beş paralık olacak. Ne yapsam ne etsen diye düşünürken, aniden bir şimşek çakmış kafasında. Atılmış ortaya, dönmüş Yezidi Carcuro’ya: “Ulan dinsiz kitapsız demiş, hele bu Hasso benim Müslüman kardeşim, dinimiz, kitabımız, Allah’ımız Peygamberimiz bir. Malımız, mülkümüz, canımız kanımız ortak. Gebro desen İsa efendimizin ümmetinden bir dürüst Ehli Kitap, hiç olmazsa dini kitabı belli, kestiği yenilir, kadınlarıyla evlenilir, sözüne güvenilir. Bunlara değil birkaç kavun, karpuz; bütün bostan helal olsun.
Ulan peki sana ne oluyor behey dört kitabın dördüne de inanmaz. Camisiz, kilisesiz, imansız. Sen nasıl benim mülküme destursuz girersin.”, demiş, girişmiş zavallıya. Hasso ile Gebro derin bir nefes çekip şükretmişler. Azıcık da hoşlarına gitmiş ağanın sözleri. Ağa kafa, göz, ağız, burun demeden Allah ne verdiyse yapıştırmış, komaya sokmuş gariban Carcuro’yu.
Ağa Carcuro’yu halledince dönmüş Gebro’ya: “Ulan demiş biraz önce de söyledim. Hasso benim din kardeşim. Dinimiz, kanımız, malımız, canımız bir. Peki sen neyin nesi oluyorsun? Doğru düzgün bir adam olsan bir Allah’ı üçe çıkarmaz, İsa efendimizi Allah’ın oğlu yapmazdın. Bir Müslümanın malını nasıl yersin? Yedim seni namussuz!” Demiş patlatmış yumruğu. Eşşek sudan gelinceye kadar Onu da dövmüş, dil derman güç takat bırakmamış biçarede.
Hasso iyice rahatlamış. “Zalim de olsa, ağa Müslüman, insan din kardeşinin kıymetini bilmez mi? Ötekilerin iflahını kesti bana bir şey yapmadı.” Demiş içinden. Gebro’nun da işini bitirdikten sonra dönmüş Hasso’ya: “Vay, vay, vay demiş. “Seni gidi vicdansız. Hele bunların biri Yezidi, öbürü Hıristiyan. Din, iman, helal, haram bilmezler. Sen sözde Müslüman olacaksın, helali haramı bileceksin, benim malımı mülkümü muhafaza edecek yerde; kendin yetmezmişsin gibi bir de bu gâvurları takmışsın peşine. Bostanıma girersin ha! Ulan ben seni gebertmeyeyim de kimi geberteyim. Demiş çökmüş boğazına; Gözünde fer, ağzında diş bırakmamış, kolunu kanadını kırmış, iflahını kesmiş Hasso’nun. Carcuro’dan da Gebro’dan da beter etmiş gariban Hasso’yu.
Köylüler ertesi gün perim perişan bir vaziyette bulmuşlar üç arkadaşı. Yaralarını sarıp, su ekmek vermişler. Kim yaptı, bu işi? Nasıl oldu da üçünüz birden böyle dayak yediniz? Diye soranlara Hasso, “Yezidi’ye arka çıkacaktık, Yezidi’ye arka çıkacaktık! Yezidi’ye arka çıkacaktık! Demiş te başka bir şey dememiş.
Kısa bir zaman sonra insanlık dizlerini dövecek, keşke Gazze’ye sahip çıksaydık! Keşke İsrail’in İran’a yaptığı saldırı karşısında İran’ın yanında yer alsaydık! Diyecekler. Ancak son pişmanlık fayda vermeyecek!
Sömürgeci emperyal güçler Siyonist İsrail’in güvenliğini sağlama, ya da İslam ülkelerinin yeraltı ve yer üstü kaynaklarına çökme adına çeşitli bahanelerle İslam ülkelerinin bir bir işgal edilmesi karşısında birlik olup, işgali durdurma yerine; ya doğrudan emperyal güçlerin yanında yer alarak ya da işgale seyirci kalarak dönüşü olmayan bir yola girdiklerinin ne zaman farkına varacaklar
ABD 2001 de 11 Eylül saldırısı kapsamında “terörle mücadele politikası ve Usame bin Ladin’i yakalama gerekçesiyle Afganistan’a savaş başlatırken, 19 Mart 2003 ‘te Irak, Devlet Başkanı Saddam Hüseyin’in nükleer ve biyolojik silahlar geliştirdiği ve El Kaide ile bağları olduğu gerekçesiyle ABD ve işgalci güçler tarafından işgal edilirken, Irak’ı işgal ederken, 2011 de Arap Baharı olarak adlandırılan gelişmeler ile Libya’nın içi karıştırılıp parçalanırken, Libya Lideri Kaddafi’yi öldürmek için NATO koalisyon güçleri tarafından Libya yıkılırken, yine 2011 de Suriye’nin içi karıştırılıp bataklığa döndürülürken emperyal güçlerin sinsi oyunlarına, kimyasal silah yalanlarına kanan İslam milleti ne yazık ki; Siyonist İsrail tarafından Filistin’ topraklarının işgaline 20 ayı aşkın süreden beri Gazze soykırımına, rejim değişikliğinden sonra İsrail’in Suriye topraklarına çökmesinin ve Lübnan’ın etkisizleştirilmesine, şimdi de 13 Haziran günü ABD ve işbirlikçilerinin desteği ile Iran saldırısını da; sıranın kendilerine geldiğini bilemeyecek kadar gaflet içinde olayı yine tribünden seyretmeleri ne hazin sondur.
Tıpkı asılsız kimyasal silah bahanesiyle Irak’ın işgal edilmesinin yolu açıldığı gibi şimdide; mesnetsiz iddialarla, kimyasal silah ürettiği safsatasıyla Ortadoğu’yu belki de bütün dünyayı felakete sürükleyecek Siyonist saldırı karşısında; körfez ülkelerinin, (İİT) İslam İş Birliği teşkilatına mensup üye ülkelerin Gazze’de olduğu gibi sessiz kalmaları hayra alamet görünmemektedir.
20 aydan fazladan beri 7 Milyonluk Siyonist İsrail’in bir yandan Filistinli, kardeşlerimizi, öz topraklarında; kadın, yaşlı, bebek, çocuk demeden dünyanın gözü önünde eşi benzeri görülmemiş büyük bir soykırıma tabi tutması, diğer taraftan Suriye’deki Rejim değişikliğini, Lübnan’da yaratılan Fiili durumu fırsat bilerek şimdi de saldırı rotasını İran’a çevirmesi; 2 Milyarlık İslam alemini yok sayması utanılacak bir durum değil midir?
Siyonist İsrail’in Gazze, Lübnan, Suriye, Yemen, şimdi de İran saldırılarını sadece bu ülkelerin iç sorunu gibi görüp sessiz kalmak bütün insanlığa karşı yapılan en büyük ihanettir. Çünkü İsrail sadece Orta Doğu için değil, aynı zamanda insanlık için en büyük tehdittir. Zulme rıza göstermek zulümdür. Haksızlık karşısında susmak dilsiz şeytan olmaktır. Kim olursa olsun, zalime karşı, kim olursa olsun mazlumdan yana” olmak imani ve insani bir sorumluluktur.
İnsanlığın işlenen soykırımı ve yapılan saldırıları durdurma yerine; sessiz kalmaları ya da destek vererek insanlık düşmanlarının yanında yer almaları zulme, işgale, soykırıma verilen açık bir destektir.
“İçinizden sadece zulmedenlere dokunmakla kalmayacak olan bir musibetten sakının ve bilin ki Allah’ın cezası çok şiddetlidir. ”(Enfal, 25) “Ve zulüm yapanlara yakınlık göstermeyin ki, size de ateş dokunmasın. Allah’tan başka yardımcılarınız da yoktur. Sonra yardım da göremezsiniz.” (Hud,113)
“İnsanlar zalimin zulmünü görür de ona engel olmazsa, Allah’ın onları genel bir azaba uğratması kaçınılmazdır.” (Tirmizi)
Nemelazımcılık, iman zafiyetinin, cehaletin, bencilliğin ve şuursuzluğun gün yüzüne vurmasının ve Müslümanın Müslümanlıktan uzaklaşmasının açık göstergesidir. Bireysel ve toplumsal çöküşün işaret fişeğidir.
Bilindiği üzere Kanuni dönemi Osmanlı´nın en ihtişamlı dönemi olduğu gibi aynı zamanda gerileme emarelerinin görüldüğü dönemin de başlangıcıdır. Kanuni, devletlerinde tıpkı insanlar gibi doğup, büyüyüp ve sonunda yıkılacağının şuurunda olan bir devlet adamıdır. Bu endişesini dönemin meşhur âlimi Yahya Efendi ile bir mektup yazarak paylaşmak ister.
Kanuni mektubunda şunu sorar: “Yahya Efendi. Sen İlahi sırlara vakıfsın. Kerem eyle de, bizi bu hususta aydınlat. Bir devlet hangi halde çöker?
Yahya Efendi´nin cevabı gayet kısa ve nettir: “Nemelâzım be Sultanım!” Kanuni bu söze bir mana veremez ve “Acaba bilmediğimiz bir mana mı var bu cevapta?” Diye düşünür. Yahya Efendi´nin dergâhına gider. “Yahya Efendi, sorumu geçiştirme! Senden ciddi cevap istiyorum.” Der. Yahya Efendi duraklar: “Sultanım, sizin sorunuzu ciddiye almamak mümkün mü? Ben sorunuzun üzerine iyice düşündüm ve kanaatimi de açıkça arz ettim. Der.
Bir devlette zulüm hâkim olduğunda, haksızlıklar alabildiğine yaygınlaştığında, mazlumların feryadı göklere çıktığında, haksızlıklar karşısında insanlar sessiz kaldığında; Bütün bunları görenler ve işitenler, “Nemelazım” deyip gülüp geçtiğinde işte o zaman ne devlet kalır ne millet ne de insanlık! Güven, adalet, liyakat, asayiş ve emniyet bozulur. Çöküş ve izmihlal de mukadder hale gelir. Evet aynı halle hallendiğimizde: “Irak’ı teslim etmeyecektik, Libya’nın yıkılışına ortak olmayacaktık! Gazze’ye sahip çıkacaktık. İran’ın yanında olacaktık” Diyeceğiz ancak pişmanlık fayda vermeyecek!
Kaynak: Mustafa Kır
- Lâ Edrî Yazdı: “ O Gün Hendek Vardı… Bugün De Var.” - Haziran 21, 2025
- Mustafa Kır Yazdı: ”Reşo Ağa Hikâyesi” ve Gazze İran Dersi! - Haziran 21, 2025
- “Keskin Göz” Robotu Çiftçilerin Hizmetinde Üniversite öğrencileri geliştirdi - Haziran 21, 2025