Osman Çakmak Yazdı: “Tamir, sadece iş değil; tamir, ibadettir.”

“Tamir, sadece iş değil; tamir, ibadettir.”
Yıllar önce yaşadığım bir hadisenin benzeri tekrar karşıma çıktı. Elektronik bir parça… Arabaya ait. Bozuldu. Yenisini alsam değeri yüksek.
“Bunu kim tamir eder?” diye sorduğumda bir isim söylendi:
“Yapsa yapsa Yunus Usta yapar.”

Gittim, buldum onu. Tezgâhının üstü yorgun vidalar, utangaç tornavidalar ve bir köşede sessizce bekleyen çırak… Usta, kabloyu eline aldı, küçücük bir parça lehimledi, sonra da sessizce elime uzattı.
“Borcumuz?” dedim.
“Ne verirsen ver…” dedi. Ardından biraz daha yavaş, daha derinden bir sesle ekledi:
“Vermesen de olur.”

Söylemesi ayıp, takdir ettiğim bir banknotu masasına bıraktım. Fakat asıl takdiri, tezgâhın diğer ucunda gölgede bekleyen çocuğa uzattım:
“Bu da sana… Tamirciliği seçtiğin için.”

İşte o anda zaman durdu.
Usta ayağa kalktı, sesi titrekti, kelimeleri boğazından değil, içinden döküldü:
“Siz nereden geldiniz beyim?”

Ama o an esas konuşan sesi değil, gözleriydi.
“Bu millet tamircinin kıymetini, tamircinin kökü kuruyunca anlayacak…” dedi.

Ben de usulca ekledim:
“Tamir, sadece iş değil; tamir, ibadettir.”

Çünkü bu mesele, sadece bir parçayı lehimlemek değil; hayata yeniden bağlanmayı bilmektir. Ve aslında o gün, sadece bir parça değil, bir bakış açısı onarıldı içimde.

Zira Cenab-ı Allah, kudretiyle tabiatı ve içindekilerin her birini harika sanat eserleri hâlinde yaratmış; her bir çiçek, böcek… O’nun sonsuz ustalığının sahnesi olmuş. O’dur “Usta Sâni” olan. Ve yeryüzündeki tüm ustalıklar, O’nun bu isminin birer yansımasıdır.
Her marangozda, her saatçide, her tamircide bir tecelli, bir işaret vardır. İnsan sanatla meşgul oldukça Allah’ın sanatını daha derin kavrar, tabiatla daha uyumlu bir hâl alır.

O yüzden her bir peygamber bir mesleğin ve sanatın adı ile anılır. Yenilikler de onlar eli ile gelmiş. Rivayet edilirki hz Adem cennetten gelirken yanından bazı aletler varmış.

Bugünün dünyasında bozulanı onarmak değil, atmak teşvik ediliyor. Sanki bir erdemmiş gibi…

Kapitalist ve sömürü düzeni “yenile, değiştir, tazele” sloganlarıyla sadece eşyaları değil, insanı da yıpratıyor. Zihinler yoruluyor, ruhlar yıpranıyor, ilişkiler parçalanıyor.

Ve işin en acı tarafı şu:
İnsanlar, parayı kazananların hayatını izleyip onları alkışlarken, farkında olmadan o kazananların sistemine hizmet eden görünmez birer köleye dönüşüyor.
Kendini özgür sanıyor ama aslında başkasının senaryosunda figüran olduğunu göremiyor.

Kullan-at kültürü, sadece eşyayı değil, insan ilişkilerini de harcanabilir hale getirdi.
İlk çatlakta terk eden dostluklar, ilk sarsıntıda boşalan evlilikler, ilk farklılıkta düşman olan komşuluklar…
Çünkü biz ilişkilere tamir gözüyle bakmayı unuttuk.

Ama gerçek ustalar bilir:
“Tamir etmek, sadakattir.”
Bir eşya değil, bir bağı tutarsın, bir geçmişi korursun.

Ve gerçek çıraklar da bilir:
“Tamir etmek, öğrenmektir.”
Her lehim, bir hayat dersidir. Her sökülen vida, bir kavrayış.

Bugün kıymeti bilinmeyen çıraklık, aslında geleceğin sigortasıdır.
Modern diplomanın tamir edemediğini, usta parmaklar onarıyor.
Bir gün, büyük laflarla doldurulmuş CV’ler değil, ustasına su getirmiş çıraklar geleceği inşa edecek.
Çünkü çırak, sadece iş öğrenmez; sabır, sebat ve merhamet öğrenir.

Ve insan, bir sanat öğrenmeden büyürse sadece elleri değil, ruhu da boş kalır.

Sözün özü:
Bir çırak görürseniz, gölgede kalmış bir umudu görmüşsünüzdür.
Ve bir tamirciyle karşılaşırsanız, ona sadece parça değil, gönül de bırakın.
Zira gelecek, büyük salonlarda değil, küçük bir dükkânda, küçük işletmelerde ustasının yanına oturmuş bir çırağın gözlerinde parlıyor olabilir.
Ve her çırak, Allah’ın “Usta” (Sani-i Zülcelal) ismine tutunarak, bir gün kendi sanatını insanlığa sunmak üzere yetişiyordur.

Osman Cakmak

Konunun ilgi görmesi üzerine bunları da ekleme ihtiyacı gördüm:

Ne yazık ki bugün, milyonlarca genç zorunlu eğitimden geçiyor ama bir meslek sahibi olmadan, bir sanata dokunmadan, bir zevki keşfetmeden mezun oluyor. Elinde ne bir tamir takımı var, ne bir kalem ustalığı… Ne bir sazın teliyle tanışmış, ne bir tuvalin başında düş görmüş.

Test kâğıtları arasında sıkışmış hayatlarda; yazma, müzik, spor, şiir, dil gibi estetik sanatlara dair en küçük bir temas bile yok. Ne doğayla bir bağ kurulmuş, ne çevreye bir sevgi aşılanmış. Ruhunu yontacak hiçbir sanat, bedenini eğitecek bir spor, kalbini inceltecek bir estetik terbiyesi görmemiş.

Eğitimin asli amaçlarından biri olan “güzeli fark etme, güzel olanı üretme” yetisi adeta göz ardı edilmiş. Oysa insanın kalbini yumuşatan, bakışına derinlik kazandıran, kelâmına letafet katan şey; sanatla, tabiatla, emekle ve estetikle kurduğu ilişkidir.

Ama bu ilişki kurulmadığında geriye kalan; test puanlarıyla ölçülmüş, ama hayatla bağlantısı kopmuş, kendine yabancı, emeğe ilgisiz, kaba ve görgüsüz bireyler oluyor. Ne kendine güveniyor, ne hayatı kavrıyor, ne emeği takdir ediyor.

Çünkü sanat görmeyen göz, nezaket bilmeyen dil ve iş tutmayan el, sadece bilgiyle değil; estetikten ve anlamdan da mahrum kalıyor.

Ecdadımız ne yapmış? Sanatı ve mesleği hayatın merkezine almış:. Ahilik gibi sistemlerle yalnız sanatı değil, aynı zamanda adabı, ahlakı, terbiyeyi hayatın içine sindirmişler. Sanat, bir meşguliyet değil; bir şahsiyet inşasıymış onlara göre. Padişahlar bile bir sanat öğrenmişler ki kibirden uzak, milletin hâlinden anlayan insanlar olsunlar.

Çünkü meslek, sadece geçim kapısı değil; varlıkla yokluk arasındaki köprüdür. Ve sanat öğrenmek, insanın hem fıtratına hem de Rabbinin sanatına şahitliktir.

Tüketim üzerine kurgulanmış moda gibi kavramlar, bireyleri kendi kültür ve değerlerinden uzaklaştırarak taklitçi, özgüvensiz ve savrulmaya açık hâle getiriyor. Kendi köklerinden beslenmeyen insan, kolayca yönlendiriliyor; hatta fark etmeden başkalarının rüzgârında savruluyor.

Her bir peygamberin bir mesleğin ve sanatın adıyla anılmasından da anlıyoruz. Ustalık, bir peygamber mesleğidir. Her bir peygamber sadece tebliğle değil; aynı zamanda bir elin emeği, bir aklın ustalığı, bir kalbin ahlâkıyla örnek olmuştur. Yenilikler, buluşlar, üretim yolları da çoğu kez onların eliyle insanlığa öğretilmiştir.

Rivayet edilir ki Hz. Âdem (aleyhisselam), cennetten dünyaya indirildiğinde yanında bazı aletler vardı. Toprağı işlemeyi, çiftçiliği, tohum ekip biçmeyi ilk o göstermiştir. O, aynı zamanda yeryüzünün ilk ziraatçisidir.

Hz. İdris (aleyhisselam), terziliğin pîridir. Ona iğne ve dikiş öğretilmiş, insanlara elbise dikmeyi öğretmiştir. O zamana kadar insanlar hayvan derilerine sarınırken, onunla birlikte giyinme sanatı başlamıştır.

Hz. Nuh (aleyhisselam), marangozluğun ve gemi yapımının ustasıdır. Tufan öncesi, Allah’ın emriyle gemi inşa etmiş; ölçüsünü, şeklini, dengesini ilahi rehberlikle ortaya koymuştur. Bugün bile gemi inşası onun izini taşır.

Hz. İbrahim (aleyhisselam), put ustalarının yanında yetişmiş, taş ve metal işçiliğini öğrenmiş; fakat bu bilgiyi, hakikate ulaşmak için sorgulamada kullanmıştır. O, aklın ve fikrin ustasıdır.

Hz. Yusuf (aleyhisselam), rüyaların tabirinde bir hikmet ustası olduğu gibi, devlet yönetiminde, ekonomi ve stokçulukta da bir öngörü ve strateji ustasıdır.

Hz. Musa (aleyhisselam), çobanlık yapmıştır. Doğayı tanıma, sabır ve liderlik onun çobanlık günlerinde pişmiştir. Aynı zamanda mucizevî asasıyla doğanın sırlarını okuyabilen bir doğa ustasıdır.

Hz. Davud (aleyhisselam), zırh yapımını ilk öğreten peygamberdir. Demiri işleme ilmi ona verilmiş, savaş sanayisi onun eliyle şekillenmiştir. O bir nevi metal ustasıdır.

Hz. Süleyman (aleyhisselam), rüzgâra, cinlere, hayvanlara hükmeden bir yönetim ustasıydı. Aynı zamanda mimarîde ve şehir kurmada da mahareti büyüktü. Mescid-i Aksa onun döneminde inşa edilmiştir.

Hz. İsa (aleyhisselam), şifa sanatının ustasıydı. Allah’ın izniyle körü görücü, ölüyü diriltici mucizelere mazhar olmuş, tıbbın manevi boyutunu temsil etmiştir.

Ve Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)… Gençliğinde çobanlık yapmış, ardından ticaretle meşgul olmuş; dürüstlüğüyle “el-Emin” sıfatını kazanmıştır. O, hem geçimini alnının teriyle kazanmış hem de insanlara meslek ahlâkının zirvesini göstermiştir. Aynı zamanda sözün, kelâmın, nezaketin ve hakikatin ustasıdır.

Bu yönüyle bakıldığında görülür ki, hiçbir peygamber boş durmamış; her biri bir sanat, bir meslek ve bir ahlâk taşıyıcısı olmuştur. Sanat ve meslek, sadece ekmek kapısı değil; insanı inşa eden bir terbiyedir.

Bu yüzden “ustalık” sadece elin değil, zihnin ve kalbin de işidir. Ve bugün bir meslek öğrenmek, sadece geçim için değil; insanın kendi fıtratına, doğasına, hatta peygamberlerin izine tutunmasıdır.
Kaynak: Osman Çakmak

admin
Sosyal Medya

admin

1953 yılında Edirne'de doğdu. İstanbul Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi mezunu. 11 yılı lise müdürlüğü olmak üzere 25 yıl öğretmenlik yaptı ve 2001 yılında Milli Eğitim Bakanlığı'ndan emekli oldu. Üniversite yıllarından beri hobi olarak çeşitli yerel ve ulusal basında köşe yazarlığı yaptı. İlk kitabı olan 'BAŞARI HİKAYELERİ' 14 Haziran 2018'de yayımlandı.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

Gönder
Haber İhbar Hattı
Haber İhbar Hattı..
Lütfen Sağ Alttaki Gönder Butonunu Tıklayınız.