Şakir Uysal Yazdı: Zekânın Kör Noktaları Üzerine
Zekânın Kör Noktaları Üzerine
Her şeyin göründüğü gibi olmadığı bir dünyada yaşıyoruz. Birini “zeki” diye tanımlamak, çoğu zaman sadece onun senin gözünün önünde ne yaptığıyla ilgili. Ama herkesin bir yeraltı dünyası var; kimse kimsenin tam derinliğini, gölgede kalmış yönlerini, bastırılmış gücünü bilemez. Biz deniz yüzeyindekini görüyoruz, ama denizaltı yaşamı tamamen başka bir evrende sürüyor.
Bir insan, zeki görünmüyor olabilir. Hatta matematikte zorlanmış, sosyal yapıda çatlaklar vermiş, sistemin onayladığı yollarda yürüyememiş olabilir. Ama bu, onun başka bir zekâ türüne sahip olmadığını göstermez. Çünkü zekâ dediğimiz şey, artık salt sayılarla, mantık oyunlarıyla, ya da retorikle ölçülebilecek kadar tek boyutlu değil. Zekâ, insanın varoluş biçimidir. Nerede nasıl davrandığı, hangi gölgede nasıl yürüdüğü, neyi ne zaman fark ettiğiyle ilgilidir.
Ama işte, bazen birileri bu çok-boyutlu dünyada bir oyun kurar. Kendisi o zekâlılar dünyasında kaybolmuş, o dünyayı kıskanmış, belki de içten içe reddetmiş biri olur bu. Zekâyı sahiplenemez ama ona yaklaşmanın başka yollarını bulur. Zekânın çevresinde dolanır; doğrudan rekabet edemediği için, zekâyla temas kuranları manipüle etmeye çalışır. Tıpkı Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar’ındaki adam gibi: Kendini toplumsal çarklardan dışlanmış hisseder, ama dışarıdan gelenlere kendi karanlığını bulaştırmakta da ustadır.
Seni bir oyuncağa çevirir. Davranışlarını çözer, açıklarını görür, zaaflarını kullanır. Seni seninle döndürmeye çalışır. Zekâya değil, zekâyı yöneten zihne hayranlık duyar. Ama o yöne asla kendisi giremediği için, kendi gölgelerinde kurduğu iktidar oyunlarıyla varlık bulur. Seni kendi puslu bulutuna çeker. Seni çözümler, tanımlar, zayıflatır, sonra da seni bir “fonksiyon” gibi kendi sistemine yerleştirir. O sistemi mantıklı değil ama işlevseldir; çünkü seni “bir şekilde” yürütmeyi başarmıştır.
Aslında sana değil, senin temsil ettiğin şeye takılıdır. Umuda, zihin açıklığına, akışkan düşünceye… Ama en çok da kaybettiği bir şeye: Potansiyele. Ve birini tanıyıp onunla birlikte bu kaybettiği potansiyeli yok etmek ister. Çünkü bu onun kendi başarısızlığına karşı geliştirdiği içsel intikamdır.
Zekâyı özlememiştir çünkü ulaşamamıştır. Ama zekâyla çevrili bir hayatı taklit etmeyi öğrenmiştir. Dışarıdan bakıldığında belki sıradan, hatta yavaş gözükür. Ama o aslında sürekli yönlendiren, bastıran, sınır çizen bir güç haline gelir. Bir zihin, başka bir zihni çerçevelediğinde, artık hangisinin “aktif” olduğunu ayırt etmek zorlaşır. Çünkü o noktada zekâ, kendi kendinin düşmanı olur.
O yüzden kimseye “zeki” ya da “değil” demek, yüzeysel bir hüküm vermekten öteye gidemez. Herkesin bir yeraltı varlığı vardır. Ve bazıları o yeraltında krallık kurar. Ama o krallık, her zaman sessiz bir savaşın da sahnesidir. O savaşta kurban olan, bazen zekânın ta kendisidir.
Ama bütün bunları yazarken, aslında ben de bir şey yapıyordum: Zekâmdan vazgeçmiyordum. Bu meseleyi çözmek, anlamak, toparlamak için içsel bir problem çözme sürecine girdim. Gözlem yaptım, sezgiler geliştirdim, duruş oluşturdum. Belki de o yeraltı oyunlarına karşı bir hazırlıktı bu yazı — bir fark etme, bir tanıma, bir çözüm kurma çabası. Çünkü bazen en güçlü yanımız, zayıf bırakılmaya çalışıldığımız yerde yeniden düşünmeye devam edebilmemizdir.
Kaynak: Şakir Uysal
- İba’dan ‘Babalar Günü’ Mesajı - Haziran 13, 2025
- Havsa’da Tarım Arazileri Yeniden Şekilleniyor - Haziran 13, 2025
- “Edirne Sağlık Turizminden Yeterince Yararlanamıyor” - Haziran 13, 2025
Zekâ, sadece parlayan bir ışık değil, onun düşürdüğü gölgedir de. Çünkü her ışık, kendini bir karanlıkla sınar.
Bazıları zekâyı kıskanmaz, ona yabancıdır; yaklaşamaz, çünkü kökleri başka bir toprakta büyümüştür. Onlar, sezgiyi bilmez — sadece yapı sökümünü. O yüzden çözmek isterler seni, ama asla anlamadan.
Oysa gerçek zekâ, kendini tanıdığında değil, tanınmadığında belli eder. Sessiz kaldığında, ama yine de yön bulduğunda. Başkalarının zihin oyunlarına karşı, içsel bir sezgiyle yön değiştirdiğinde.
Ve belki de en büyük bilgelik, zekâyı kanıtlamak değil, onunla sessizce var olmayı bilmektir. Çünkü bazen en derin idrak, söze hiç ihtiyaç duymaz…
Sugar Alpaslan